TÜRKİYE'DE YAŞAM HAKKININ TÜRK CEZA HUKUKU VE USUL HUKUKU BAĞLAMINDA İNCELENMESİ
GİRİŞ
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin belki en önemli maddelerinden olan 2. maddesi “yaşam Hakkı” kavramıdır. Yaşamanın ve var olmanın sonucu olarak diğer hakların oluşacağı açıktır. İşbu sebeple “yaşam hakkı” olmazsa olmaz bir haktır. Bir insanın var olmayacağı bir dünyada diğer hakların da vücut bulamayacağı apaçık ortadadır. Bir insanın yaşamadığı bir durumda o kişinin mülkiyet hakkından, özel yaşamın gizliliği hakkından veya diğer haklarından bahsetmemiz mümkün değildir. Her hakkın öncesinde bir kişi var olmalıdır ki diğer hakları vücut bulsun. Bu kapsamda “yaşam hakkı”nın ne derece önemli ne derece başat bir faktör olduğu açıktır.
Yaşamın kutsal ve temel olduğu inancı ile hareket ettiğimizde yaşama ve var olma kutsallığına kast eden her türlü eylemin en ağır biçimde cezalandırılması gerektiği konusunda şüphe aranmamaktadır. Bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti ceza kanunları ve AİHS sözleşmesi değerlendirildiğinde belki de yaşam hakkı ihlallerinin en ağır yaptırıma tabi tutulduğu görülmektedir. Ancak ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti’nin terörle etkin mücadelesi, topraklarının göç yolları üzerinde bulunması, sınırlarında her türlü terör ve terör sebepli iç savaşın yaşanıyor olması Türkiye’yi yaşam hakkı konusunda büyük bir tartışmaya sokmaktadır. Türk yargısının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşme süreciyle beraber Avrupa Birliği’ne entegre sürecinde ise daha demokratik adımlar atılmıştır. İşbu sebeple gerek Türk Ceza Kanunu, Ceza Usul Kanunu ve birçok ilgili kanun yeniden düzenlenmiştir.
Çalışmamızda Türkiye’de yaşanan yaşam hakkı ihlalleri kapsamında Türkiye aleyhine verilen kararlar sonucunda Türk yasa koyucunun bu kapsamda yapmış olduğu düzenlemeleri ve ne derece etkin olduğunu inceleyeceğiz.
YAŞAM HAKKI KAVRAMI
Yaşam hakkı, insan hakları içerisinde yer alan en temel haktır. Kişi vücut bütünlüğü, benliği var olmadığı takdirde bir insandan bahsetmediğimiz gibi insan haklarından da bahsetmemizin mümkün olmayacağı aşikardır. "Yaşam hakkı, demokratik toplumun temel değerleri içerisinde yer alan ve insan onuru ile beraber yorumlanması gereken bir kavramdır." ( İlyas Doğan, İnsan Hakları Hukuku, 2. B., Ankara: Astana Yayınları, 2015, s. 411.)
“Bireyin diğer bütün haklarını ve özgürlüklerini kullanabilmesi yaşama hakkının sağlanmasına bağlıdır. Yaşama hakkı güvencesi aynı zamanda, “öldürülmeme hakkı” ya da “insanın öldürülmezliği” ilkesidir. Bundan dolayıdır ki, yaşam hakkı genellikle ölüm cezası ile birlikte tartışılmaktadır.” (M. Sezgin TANRIKULU, TBB Dergisi, Sayı 66, 2006, s 52)
Yaşama hakkı konusunda ceza hukuku bağlamında iki ana temel üzerinde durulması gerekmektedir. Bunlardan ilki ölüm cezası olmalı, ikincisi ise devletin ve / veya insanların yaşam hakkını ihlal edecek şekilde hukuk dışı şiddet kullanmasıdır.
Yaşam hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. Maddesinde düzenlenmiştir. AİHS 2. Maddesi şu şekildedir;
“1-Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infazı dışında, hiç kimse kasten öldürülemez.
2- Öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk haline gelmesi sonucu meydana gelmişse, bu maddenin ihlali suretiyle yapılmış sayılmaz:
a. Bir kimsenin yasadışı şiddete karşı korunması için;
b. Usulüne uygun olarak yakalamak veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan kişinin kaçmasını önlemek için;
c. Ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması için” ( Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2. maddesi) biçiminde tanımlanmıştır.
“Yine sözleşmenin 15. Maddesinde bir düzenleme yapılarak, sözleşmenin 2. Maddesinde öngörülen yaşam hakkını, çekirdek - mutlak hak alanı kapsamında, “meşru savaş eylemlerinden doğan ölüm olayları”nı da bu hakkın istisnası olarak belirlemektedir. Buna göre, sözleşme madde 15/1’deki hükme dayanılarak savaş ya da kamunun yaşamını tehdit eden olağanüstü bir halin ortaya çıkması halinde dokunulmaz haklar olarak belirlenen alan dışındaki hak ve özgürlüklerin askıya alınmasına izin verilmektedir. Yaşam hakkı da dokunulmaz haklardan olup, söz konusu hükme dayanılarak savaş eylemlerinden doğan ölüm olayları dışında yaşam hakkına dokunulamayacaktır.” (M. Sezgin TANRIKULU, TBB Dergisi, Sayı 66, 2006, s 53)
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek protokoller ile birlikte " yaşam hakkı" konusunda birçok düzenleme sözleşmede belirtildiği kapsamda kalmamıştır;
“AİHS 6. protokolün birinci maddesine göre; “Ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez.” 6. protokolün ikinci maddesi ise, sözleşmenin yaşam hakkını düzenleyen ikinci maddesini yeniden ele almış ve ölüm cezasına ilişkin düzenlemenin savaş dönemi ile sınırlı olduğunu belirlemiştir. Buna göre; “Bir devlet, savaş zamanında veya yakın savaş tehdidi durumlarında işlenen eylemler için yasalarında ölüm cezasına ilişkin hüküm öngörebilir…” 6. protokolün 3. maddesi de, sözleşmenin 15. maddesine dayanılarak, bu protokolün hükümlerine aykırı tedbirler alınamayacağını düzenlemektedir. Buradan çıkarılabilecek sonuç, savaş zamanında dahi ölüm olaylarının ancak yasayla belirlenmiş ölüm cezasını gerektiren suçların işlenmesi nedeniyle ve cezanın infazı şeklinde olabileceğidir.” (Yokuş, Sevtap, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’de Olağanüstü Hal Rejimine Etkisi, Beta Yayınları, İstanbul 1996, s. 61.)
“AİHS 6 numaralı Ek Protokol 28 Nisan 1983 tarihinde imzaya açılmış ve 1 Mart 1985 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ancak Türkiye, Protokol’ü 15 Ocak 2003 tarihinde imzalamıştır. 26 Haziran 2003 tarih ve 4913 sayılı Onaya Uygun Bulma Kanunu, 1 Temmuz 2003 tarih ve 25155 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Protokol’ün onaylanmasını kararlaştıran 15 Ağustos 2003 tarih ve 2003/6069 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Protokol’ün resmi Türkçe çevirisi, 17 Eylül 2003 tarih ve 25232 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Onay belgeleri 12 Kasım 2003 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne tevdi edilmiş ve Protokol, Türkiye bakımından 1 Aralık 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir.” (1 Temmuz 2003 tarih ve 25155 sayılı ResmiGazete https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/media/uploads/2015/07/29/AIHS_6.protokol.pdf )
“6 Numaralı Ek Protokol, barış zamanlarında ölüm cezasını kaldırmıştır. Protokol’e göre bir devlet, ancak savaş zamanında ya da yakın savaş tehdidi durumlarında işlenen eylemler için ölüm cezası verebilir. 6 Numaralı Protokol’ün öngördüğü “savaş zamanı ya da yakın savaş tehdidi” istisnası, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne Ek 13 Numaralı Protokol’e taraf devletler bakımından işlevini kaybetmiştir. Zira, 13 Numaralı Protokol ölüm cezasını her koşulda kaldırmaktadır.” (M. Sezgin TANRIKULU, TBB Dergisi, Sayı 66, 2006, s 54)
Türkiye, 13 Numaralı Ek Protokol’ü 9 Ocak 2004 tarihinde imzalamıştır. Türkiye, 13 Numaralı Ek Protokole taraf olarak, yaşama hakkı ve ölüm cezası konusunda nihai aşamaya gelmiştir.
TÜRK HUKUKU AÇISINDAN YAŞAM HAKKI
“1982 Anayasası’nın 17’nci “Kişinin Hak ve Ödevleri” başlığı altında kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını ve istisnai halleri düzenlemiştir. Madde metninde yer alan herkes ifadesi; temel hak ve özgürlüklerin tüm insanlara tanındığını işaret etmektedir. Devlet; kişilerin yaşamı, maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi yükümlülüğü altındadır. Tıbbi zorunluluk hali ve kanunda belirtilen istisnai haller haricinde kişilerin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı ifade edilmiştir.” (Sibel GÜZELDAĞ, T. C. Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Ceza Hukuku Açısından Yaşam Hakkı İhlalleri, Yüksek Lisans Tezi, 2020, Ulusal Tez Merkezi, s. 32)
“Temel haklar içerisinde yer alan yaşam hakkı en önemli ve vazgeçilmez özelliğe sahiptir. Yaşam hakkı bazı yazarlar tarafından “yaşam hakkı; öldürülmeme hakkı, insanın öldürülmezliği ilkesi” şeklinde ifade edildiği gibi “yaşama hakkı” şeklinde de ifade edilmekte olduğunu yukarıda belirtmiş idik. Yaşam hakkı beden bütünlüğünün korunması amacına yöneliktir. Bu kapsamda değerlendirildiğinde Ceza Hukuku bağlamında yaşam hakkı önemli bir olgu anlamına gelmektedir.” ( Sibel GÜZELDAĞ, T. C. Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Ceza Hukuku Açısından Yaşam Hakkı İhlalleri, Yüksek Lisans Tezi, 2020, Ulusal Tez Merkezi, s. 35)
“Türk Hukukunda ve diğer birçok hukuk sistemlerinde yaşam hakkından bahsedilmek için kişi tam ve sağ doğmalıdır, kişiliğini moral ve entelektüel olarak sürdürebilmelidir ve toplum lehine olsa dahi kişinin varlığı doğal sebepler haricinde sona erdirilmemelidir. Yaşam hakkının korunması sadece dışarıdan gelecek müdahaleler anlamında değil, ayrıca kişinin kendi yaşamını sonlandırmasına yönelik korumayı da içermektedir. Yine bu bağlamda değerlendirdiğimizde, Türk Ceza Kanunu; bir kişinin diğer bir kişiyi öldürmesini suç olarak düzenlemiştir. (TCK madde 81'den başlayarak Hayata Karşı Suçlar, Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar ve devamındaki maddeler) Kişinin kendi yaşamına son vermesi ise TCK bakımından suç olarak düzenlenmemiştir. Kişinin intihara özendirilmesi ve teşvik edilmesi TCK’nın 84’üncü maddesinin birinci fıkrası bağlamında suçtur. Kolluk kuvvetleri ise suçun oluşumu ve önlenmesi bakımından görevli kişilerdir. (Sibel GÜZELDAĞ, T. C. Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Ceza Hukuku Açısından Yaşam Hakkı İhlalleri, Yüksek Lisans Tezi, 2020, Ulusal Tez Merkezi, s. 35) ” Bu kapsamda örnek verilecek olur isek, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu 1. Maddenin metni bu kapsamda gayet açıktır; "Polis, asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatini temin eder.
Türk Ceza Hukuku normları kapsamında bir değerlendirme yaptığımız takdirde Eski Türk Ceza Kanunu’nun 448, 449 ve 450. madddelerinde kastan öldürme ve 455. maddesinde taksirle öldürme düzenlenmiş idi. Haziran 2005’de ise kabul edilerek yürürlüğe giren ve halihazırda yürürlükte bulunan Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesinden itibaren öncelikle kasten öldürme ardından 85. maddesinde taksirle öldürme suçu düzenlenmiştir. Bu bağlamda yaşam hakkının ihlali kapsamında öldürme suçunun ağır yaptırımlara bağlandığını söylemek mümkündür. Bakıldığında ise zaten AİHM kararlarına konu olduğu üzere kamu görevlilerince gerçekleştirilen öldürme fiilleri; kamu düzenini korumak nedeniyle bir zorunluluk halinin olduğu varsayımı ile yahut bir savunma mekanizmasıyla adeta hukuka uygunluk vasfının arandığı görülmektedir. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti ne yazık ki birçok kararın konusunu oluşturur şekilde işbu olaylara ilişkin etkili ve etkin bir soruşturma yapamamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine verilen aşağıda verilecek birçok kararın konusunu kolluk güçlerinin aşırı derecede zor kullanması, kolluğun öldürmesi, kolluğun elinde kaybolma ve kolluğun elinde iken kişinin şüpheli ölümü gibi olaylar oluşturmaktadır. Bu kapsamda aslında kolluğun neler yapacağına ilişkin düzenlemeler olmasına rağmen yapılan düzenlemeler çok yeni düzenlemelerdir. Zaten kararın konusunu da 90’lı ve 2000’li yıllarda geçen olaylar oluşturmaktadır.
Bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti’nde gerek yakalama gerek ise gözaltına alma konusunda yapılacak tüm işleri düzenleyen Ceza Muhakemeleri Kanunun 90. maddesinden başlayarak 99. maddesine kadar kolluğun ne şekilde hareket etmesi gerektiği düzenlenmiştir. Ayrıca yetmemiş Yakalama Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği düzenlenmiştir.
Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu maddeleri tek tek değerlendirildiğinde insan haklarının iyileştirilmesi ve demokratikleşme sürecinde yaşam hakkının ihlaline yönelik önlemlerin yeni TCK ve CMK ile alındığı açıktır. Bu kapsamda suçun oluştuğunu öğrenen savcının ivedilikle soruşturmayı açmasını ve etkin bir soruşturma yapmasını CMK 161. madde ve devamında verilmiştir
DEVLETLERİN YÜKÜMLÜLÜĞÜ
Yaşama Hakkı olarak tanımlanan AİHS’nin 2. ve AİHM kararları çerçevesinde şöyle sıralanabilir:
Devletlerin kasten veya hukuka aykırı olarak yaşam hakkına müdahale edemeyeceklerini, (Negatif Yükümlülük)
Devletlere aynı zamanda egemenliği içindekilerin yaşamlarını korumak için uygun önlemler almasını, (Pozitif Yükümlülük)
Son olarak devletlere etkili soruşturma yapma yükümlülüğünü yükler.
“Devletin; kişilerin öldürülmemesi gereği negatif yükümlülüğü, yaşamın korunması açısından pozitif yükümlülüğü, yaşam hakkının ihlali karşısında ise etkin soruşturma yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. AYM, devletlerin kişinin yaşam ve beden bütünlüğünün korunması bakımından negatif ve pozitif sorumlulukları bulunduğunu ifade etmiştir.” ( Sibel Güzeldağ, Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Ceza Hukuku Açısından Yaşam Hakkı İhlalleri, 2020, S.130)
4.1. Negatif Yükümlülük
Mahkeme devletin negatif yükümlülüğünün ne anlama geldiğinin çerçevesini önüne gelen “gözaltında ölüm” ve “zorla kaybedilme” başvurularına ilişkin kararları ile çizmeye çalışmıştır. AİHM, gözaltında ölümler bakımından genellikle etkin soruşturma yapılmadığı gerekçesi ile Türkiye aleyhinde kararlar vermiştir. Devlet, kişinin içinde bulunduğu duruma ve akıbetine ilişkin durum değişikliklerini; makul ve ikna edici şekilde açıklamakla yükümlüdür. Gözaltında bulunan kişiler devletin sorumluluk alanındadır. Kişi, güvenlik güçlerinin sorumluluğu dahilinde ölmüş ise, devlet durumla ilgili hesap verme yükümlülüğü altındadır. Devlet tarafından kişinin akıbetine ilişkin makul ve ikna edici bir açıklama yapılmaması AİHS 2’nci maddesi açısından yaşam hakkı ihlali olarak kabul edilmektedir.
Örnek verecek olur isek; Mahkeme, 22 yaşındaki Mahmut Tanlı’nın daha önce bir rahatsızlılığı olmamasına ve sağlıklı bir biçimde gözaltına alınmasına rağmen, gözaltına alındıktan 24 veya 36 saat sonra ölmesine ilişkin Tanlı v. Türkiye kararında;
"2. madde ile sağlanan güvence bağlamında mahkeme, ölümleri sadece devlet görevlilerinin fiillerini değerlendirerek değil, aynı zamanda ölümün gerçekleştiği şartları da değerlendirerek incelemelidir. Gözaltına alınan şahıslar hassas bir durumdadırlar ve yetkililer bu kişileri korumakla sorumludurlar. Sonuç olarak, bir kimsenin sağlıklı olarak gözaltına alınıp sağlıksız bir şekilde serbest bırakıldığında devlet bu konuya açıklık kazandırmak zorundadır. Gözaltındaki kişi öldüğü zaman yetkililerin söz konusu kişiye nasıl muamele edildiği hakkında açıklama yapma sorumluluğu özellikle daha da ağırdır.
Kanıtlar değerlendirilirken olayların geliştiği şartlar bağlamında uygulanan genel kural ‘makul şüphenin ötesinde’ kanıtların ortaya konulmasıdır. Ancak bu nitelikteki kanıtlar kuvvetli, açık ve birbiri ile çelişmeyen çıkarsamaların veya aksi ispat edilemeyecek olayların var olması sonucunda söz konusu olabilir. Söz konusu olayların gözaltında tutulma esnasında kısmen veya tamamen idarenin bilgisi dahilinde gerçekleşmesi ve ölüm veya vücutta yara olması halinde, bu durumdan kuvvetli neticeler çıkacaktır. Gerçekten de ikna edici ve inandırıcı bir açıklama sunma sorumluluğu yetkililere aittir.
Ayrıca yapılan inceleme, başvuranın oğlunun işkence gördüğü iddialarını da çürütmemiştir. İşkence yapıldığına ilişkin yüzeysel izlerin saptanmasına yönelik testler de yapılmamıştır. Mahkemenin de belirttiği gibi hukuktaki post mortem prosedürleri Mahmut Tanlı’nın ölümünü açıklayamamıştır. Hükümetin belirttiği gibi doğal sebeplerle öldüğü sonucuna varılamaz. Yetkililer, 22 yaşındaki ve sağlık durumu iyi olan Mahmut Tanlı’nın gözaltında gerçekleşen ölümü için yeterli ya da ikna edici bir açıklama sunamamışlardır.
Mahkeme, bu sebeple Mahmut Tanlı’nın, Uluyol Karakolu’nda gözaltı esnasında ölmesine bir açıklık kazandırmadığı için hükümetin ölümden dolayı sorumlu olduğu görüşündedir. Bu nedenle 2. madde ihlal edilmiştir." (Tanlı v. Türkiye, 26129/95, 10 Nisan 2001, parag. 141-147, Yargı Mevzuatı Bülteni, Sayı: 121, s. 46-47)
Mahkeme, gözaltına alındıktan sonra bir daha akıbetleri hakkında haber alınamayan kayıp 11 kişiye ilişkin Akdeniz ve diğerleri v. Türkiye kararında da;
"…Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı mahkeme, on bir adamın güvenlik güçleri tarafından yakalanmalarının ardından kesin olarak ölmüş olduklarına hükmedilmesi gerektiğini kabul eder. Sonuç olarak, davalı devlet onların ölümlerinden sorumlu tutulmalıdır. Yetkili makamların onlara gözaltı süresince ne olduğunu açıklamaları ve ajanları (kolluk görevlileri) tarafından ölümcül bir silah kullanılıp kullanılmaması konusunda silah kullanımına izin vererek bir durumun varlığına başvurmamalarına dikkat edilirse, bu sorumluluğun davalı hükümete yüklenebileceği anlamına gelir. Dolayısıyla bu durumda 2. maddenin ihlali söz konusudur.” (Akdeniz ve diğerleri v. Türkiye, 23954/94, 31.Mayıs. 2001, Parag. 89, Polis Akademisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Dergisi, Cilt:1 Sayı: 1, s. 187. )
1990'lı yıllar Türkiye açısından terörle mücadelenin etkin yürütülebilmek amacıyla birçok hukuk kuralının çiğnendiği yıllar olmuştur. Türkiye'nin aleyhine 1990'lı yıllarda verilen birçok kararın içeriğinde kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanması, kişinin gözaltında kaybolması ve yahut yaşamına son vermiş olması görülmektedir. Bu bağlamda Türkiye 2001'den itibaren AİHM kararları doğrultusunda ve Avrupa Birliği'ne entegresi kapsamında kanuni düzenlemeler yoluna gitmiştir. Ancak yapılan düzenlemelere rağmen Türkiye aleyhine verilen güncel AİHM kararları mevcuttur. Daha güncel birkaç örnek verecek olur isek;
Makbule Kaymaz ve Diğerleri v. Türkiye kararı, "Mardin ili Köprülü Köyünde kolluk kuvvetleri tarafından icra edilen operasyon esnasında başvuranın iki oğlunun ölümü ve kızının yaralanmasına ilişkindir. Kolluk kuvvetleri bölgede terör eylemi planlandığı yönünde ihbar almıştır. 21 Kasım günü hava kararırken polis, şüpheli davranışta bulunan kişilere yönelik “dur” ihtarında bulunmuştur. Polise yönelik açılan ateş karşısında polis karşılık vermiştir: U. Kaymaz ve A. Kaymaz hayatını kaybetmiştir. Mahkeme, yapılan yargılama neticesinde cesetlerin yanında bulunan silahlar üzerinde parmak izi araştırmasının yapılmamasını eksiklik olarak değerlendirmiştir. Karşılıklı ateş anını gören kimsenin olmaması soruşturmanın niteliğine zarar vermiştir ve ölüm koşullarının belirlenmesini zorlaştırmıştır. A. Kaymaz ve U. Kaymaz’ın kasten öldürülmesi “makul şüpheden arındırılmış” şekilde ispat edilememiştir ayrıca zor kullanma yetkisinin “mutlaka gerekliliği” kanıtlanamamıştır. Operasyonun planlanması, hazırlanması ve kontrol edilmesi riski azaltacak nitelik taşımadığı için Mahkeme 2’nci maddenin “esas bakımından ihlal edildiği” yönünde karar vermiştir." (Makbule Kaymaz, B. No: 2015/9441, 17/4/2019)
Bir diğer karar örneği olarak ise; "...AİHM, ölen beş kişinin tartışmaya mahal vermeyecek şekilde birçok terör faaliyeti gerçekleştirmiş olan Dev-Sol üyesi olduklarını tekrarlar. Ancak, polis operasyonları sırasında bir terörist faaliyete hazırlandıkları hususunda ikna olmamıştır. AĐHM, beş şüphelinin ölümüyle sonuçlanan güç kullanımının AİHS’nin 2. maddesini ihlal ettiğini ve yetkililerin öldürmeye ilişkin etkili bir soruşturma ve hukuk yolu sunmadıklarını ve bunun söz konusu maddeyle birlikte AİHS’nin 13. maddesini ihlal ettiğini hatırlatır. Bu koşullarda ve eşitlik temelinde karar vererek, AİHM, her merhum için, varislerince kullanılmak üzere, 30.000 Euro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Ayrıca, Hatice Erdoğan, Esme Şimşek, Hüseyin Şimşek, İsmail Hakkı Ilcı, Nahit Özkaya, Bakiye Eliuygun ve Necla Nurlu isimli başvuranların her birine, bireysel olarak maruz kaldıkları manevi zarar için 3.000 Euro ödenmesine karar vermiştir. " (Erdoğan ve Diğerleri Türkiye davası, Dosya No: 26337/95, 25.04.2006)
4.2. Pozitif Yükümlülük
Mahkeme, yaşam hakkı ile ilgili olarak devletlere düşen pozitif yükümlülüğün ne anlama geldiğini birçok kararında aynı biçimde ortaya koymuştur. Mahkeme Akkoç v. Türkiye kararında;
"Mahkeme 2/1. maddenin ilk cümlesinin, devletin sadece yaşamın kasıtlı ve hukuka aykırı sona erdirmekten kaçınmasını değil, aynı zamanda egemenliği içindekilerin yaşamlarını korumak için uygun önlemler almasını emrettiğini hatırlatır. Bu hukuk mekanizması tarafından korunan kişilere karşı suç işlenmesini caydırmak için etkili ceza hukuku önlemlerini yürürlüğe koyarak, bu hükümlerin ihlallerini önleyerek, bastırarak ve cezalandırarak yaşam hakkını korumak bakımından devletin temel bir görevini içermektedir. Bu, aynı zamanda, diğer bireyin cezai fiillerinden dolayı yaşamı riskte olan bir bireyi veya bireyleri korumak için uygun durumlarda önleyici kullanıma hazır önlemleri almak bakımından yetkililerin pozitif bir yükümlülüğünü de kapsar.
Modern toplumların denetlenmesindeki zorlukları akılda tutarak, insan davranışının tahmin edilmezliği, öncelikler ve kaynaklar çerçevesinde yapılmak zorunda olan güncel tercihler dikkate alınarak, pozitif yükümlülüğün alanı, yetkililere imkansız ve orantısız bir yük getirmeyecek bir biçimde yorumlanmalıdır. Bundan dolayı her yaşam riski iddiası, yetkililerin bir sözleşme şartı olarak bu riskin gerçekleşmesini önlemek için kullanıma hazır önlemler almasını gerekli kılmaz. Pozitif yükümlülüğün ortaya çıkması için, yetkililerin, o dönemde üçüncü bir tarafın cezai fiillerinden dolayı belli bir bireyin veya bireylerin yaşamlarına yönelik gerçek ve yakın bir riskin varlığını bildiği veya bilmesi gerektiği ve bu riski engellemek için, makul olarak değerlendirildiğinde, egemenlikleri içinde kendilerinden beklenebilecek önlemleri almakta başarısız oldukları saptanmalıdır” ( Akkoç v. Türkiye, Başvuru no. 22947/93 ve 22948/93) görüşünü ortaya koymuştur.
Mahkeme Ergi v. Türkiye kararında da;
“Bu hususta, söz konusu hükmün içeriği, bütün olarak okunduğunda, ikinci paragraf öncelikle bir şahsın kasıtlı olarak öldürülmesine izin veren durumları tanımlamaz fakat, sonucu kasıtsız olarak ölümle sonuçlanabilecek ‘güç kullanımı’na izin durumları tanımlar. ‘Zorunlu tedbirler’ terimi, sözleşmenin 8-11. maddelerinin 2. paragrafları gereğince, devlet tarafından alınan tedbirlerin ‘demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığına’ karar verirken normalde uygulanandan daha sert ve zorlayıcı bir gereklilik testi uygulanmalıdır. Kullanılan güç özellikle sözleşmenin 2. maddesinin 2 (a), (b) ve (c) alt paragraflarında belirlenen amaçlara denk olmalıdır. Bu hükmün demokratik bir toplumdaki hükmüne bağlı olarak, mahkeme, değerlendirme yaparken, özellikle ölümcül kuvvetin kullanıldığı durumlarda, sadece kuvveti uygulayan kişiler değil, aynı zamanda inceleme altındaki olayların planlanması ve kontrolü ile ilgili konular da dahil olmak üzere ölümleri detaylı bir şekilde incelemelidir.
Dahası, sözleşmenin 2. maddesi 1. madde ile birlikte okunduğunda, devletin yaşama hakkını etkili bir şekilde ‘güvence’ altına alması için bazı önlemler alması istenebilir. Davanın özel şartları tekrar gözden geçirildiğinde, bir yandan, operasyonun planlanması ve yürütülmesi hususunda bir değerlendirme yapabilme konusunun hükümet tarafından sunulan bilgilerin yetersizliği nedeniyle sınırlı olduğunu komisyonun belirttiğini mahkeme gözlemlemiştir. Operasyona kimlerin katıldığı, güvenlik güçlerinin hangi şartlar altında ateş açtığı ve çatışma başladıktan sonra güvenlik güçlerince ne gibi tedbirler alındığı hususlarında bilgisi yoktu.
Mahkeme, sorumlu devletin yetkililerinin, pusu operasyonunun planlanması ve idaresi hakkında doğru delil sunmamasına bağlı olarak, komisyonun, sivil şahısların hayatlarının korunmasında yeterli önlemlerin alınmadığı şeklindeki görüşlerine katılmış ve aynı tespitte bulunmuştur.” (Ergi v. Türkiye, 23818/94, 28.07.1998, Yargı Mevzuatı Bülteni, Sayı: 88, parag. 77-79.)
Aynı yönde mahkeme Oğur v. Türkiye kararında aşağıdaki görüşleri ifade etmiştir;
“Mahkeme, daha sonra, sözleşmenin 2. maddesinin 2. paragrafında tanımlanmış olan istisnaların, bu hükmün kasıtlı öldürme olaylarını da kapsadığı görüşünü tekrarlamaktadır. 2. maddenin metni bir bütün olarak ele alındığında, 2. paragraf, birini kasten öldürmeye müsaade eden durumları değil, istemeyerek yaşamdan mahrumiyetle sonuçlanabilecek ‘kuvvet kullanımına’ izin veren durumları da tanımlar. Bununla birlikte kuvvet kullanımı, alt paragraflar (a), (b) veya (c)’de belirtilen amaçlardan birine ulaşmak için ‘kesinlikle gerekli’ olmalıdır.
Bu bağlamda, 2. maddenin 2. paragrafındaki ‘kesinlikle gerekli’ teriminin kullanılması, sözleşmenin 8-11 maddelerinin 2. paragrafındaki idari işlemin ‘demokratik bir toplumda’ gerekli olup olmadığına karar verilirken, gereklilik konusundaki testin daha titiz ve zorlayıcı olması gerektiğine işaret eder. Özellikle kullanılan kuvvet, alt paragraflar 2 (a), (b) ve (c)’de belirtilen ulaşılmak istenen amaçlarla kesinlikle orantılı olmalıdır.
Bu nedenle mahkeme, bu başvuruda güvenlik güçleri tarafından maktule karşı güç kullanmanın tümüyle gerekli ve bu nedenle 2. maddenin 2. paragrafıyla belirlenen amaçlardan birisiyle ki bu olayın şartlarıyla ilgili olanlar ‘bir bireyin yasadışı şiddetten korunması ve ‘yasal bir tutuklamanın gerçekleştirilmesi’dir, orantılı olup olmadığını göz önünde tutmalıdır. Mahkeme, uyarı atış tanımının şüphelinin yaralanmaması için, silah ile hemen hemen dikey olarak havaya yapılan atışlar olduğunu belirtmiştir. Söz konusu olayda görüş şartları zayıf olduğundan, buna daha fazla gerek vardı. Bundan dolayı tek bir uyarı atışının maktulün ensesine isabet etmesini tasavvur etmek oldukça zordur. Bu bağlamda, güvenlik güçleri üyelerinden birisine göre, askerler birbirlerinden elli metre aralıkla mevzilenmişlerdi ve telsiz bağlantıları yoktu. Bu da operasyonun yönetilmesini ve emirlerin iletilmesini zor bir hale getirmiş olmalıydı.
Mahkeme sonuç olarak, Musa Oğur’un bir uyarı atışı ile ölmüş olduğunu dikkate almış olsa bile, söz konusu atışın, maktulün kaçıp kaçmadığına bakılmaksızın, bunun bağışlanamaz bir dikkatsizlik neticesinde kötü yapılmış bir atış olduğunu göz önünde tutmuştur.
Özetle, operasyonun planlanmasında ve uygulanmasındaki şimdiye kadar görülen tüm eksiklikler, yasadışı şiddetten korunmak veya maktulü tutuklamak için Musa Oğur’a karşı kuvvet kullanılmasının ne uygun, ne de kesinlikle gerekli olmadığı sonucuna varmak için yeterlidir. Bu itibarla 2. Maddenin ihlali söz konusudur." (Oğur v. Türkiye, 21594/93, 20.05.1999, Parag. 78-84, Yargı Mevzuatı Bülteni, Sayı: 120.)
Bu kapsamda AİHM kararları çerçevesinde devletlerin yaşama hakkını korumasına ilişkin pozitif yükümlülükleri şu şekildedir;
Yaşam Hakkının yasa koyucular tarafından düzenlenmesi ve kanuni hükümler koyarak korumak,
Devletlerin üçüncü kişilerin uyguladığı ihlallere önlem alması,
Kişilerin kendi yaşam hakkına yönelik saldırılarına karşı devletlerin önlem alması,
Tıbbi hata ve ihmaller karşısında koruma,
Tehlikeli faaliyetler, hayatı tehdit eden çevre risklerine karşı koruma yükümlülüğü,
Önleyici tedbirlerin alınması vb. gibi
4.3. Etkili Soruşturma Yapma
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1. maddesi “Yüksek sözleşmeci taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar ” hükmü ve 2. maddenin Herkesin yaşam hakkı hukuk tarafından korunur” şeklindeki 1. fıkrası etkili soruşturma yapmanın dayanak hükümleridir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi etkili soruşturma kavramını açıklamamaktadır. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararlar ile etkili soruşturma yapma yükümlülüğü anlaşılacaktır.
Etkin soruşturma yükümlülüğü; üçüncü kişilerce veya devlet tarafından bireylerin öldürülmesi durumunda ceza ve ceza usul hukuku bağlamında, kamu görevlilerinin keyfi ve vurdumduymaz bir tavır almasını engellemek ve yine kamu görevlilerin herhangi bir olaya müdahale anında aşırı güç kullanımını engellemek, aşırı güç kullanımı sebebiyle yaşam hakkının ihlalini önlemek amacına hizmet etmektedir. "Soruşturmanın bu niteliği sonuç değil, davranış yükümlülüğü şeklinde düşünülmelidir. Öldürme fiilini gerçekleştiren şahısların belirlenememesi 2’nci maddenin ihlal edildiği yönünde yorumlanmamalıdır. Burada yükümlülüğün amacı öldürme fiilinden sorumlu kişilerin belirlenmesinden öte bu yönde sarf edilen çaba ve etkinliktir." ( Doğru, Yaşama Hakkı, op. cit., s. 297; Çiftçioğlu, op. cit., s. 154; Tezcan et. al., İnsan Hakları El Kitabı, op. cit., s. 124; Gülseven, op. cit., s. 6.) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir yaşam hakkı ihlali soruşturmasının etkili ve etkin yürütülmediği konusunda verdiği kararlarda yaşam hakkının usuli olarak ihlal edildiği şeklinde kararlar vermektedir.
“Etkin soruşturma yükümlülüğü ilk defa McCann ve Diğerleri v. Birleşik Krallık kararında değerlendirilmiştir.” ( AİHM, 27/09/1995 tarih, 18984/91 s. Karar için bkz. DOĞRU, Osman/NALBANT Atilla; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, 1. Cilt, s. 101- 114.) Kolluk tarafından herhangi bir olaya müdahale esnasında ölümün meydana gelmesi durumunda devlet etkili bir soruşturma yapmak zorundadır. Yine aynı şekilde herhangi bir kişinin 3. bir kişi tarafından yaşam hakkının ihlal edilmesi durumunda da devletin etkili ve etkin bir soruşturma yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet herhangi bir şekilde şüpheli, olağandışı ve suç şüphesinin bulunduğu ölümleri incelemekle ve inceleme sonucunda etkili ve etkin bir soruşturma yapmakla mükelleftir. Bu kapsamda McCann kararında şu hususlar dile getirilmiştir;
Yargılama aleni yapılmıştır.
Başvuranların vekillerce temsil edilmiştir.
Görgü tanıkları yeterlidir.
Kolluk kuvvetlerini dosyanın tarafları, vekiller ve mahkeme sorgulamış ve soru sorabilmişlerdir.
“Osmanoğlu v. Türkiye kararında, A. Osmanoğlu polis tarafından gözaltına alınmış ve daha sonra ortadan kaybolmuştur. Başvuranın şikayeti doğrultusunda savcılık tarafından yapılan incelemede A. Osmanoğlu’nun gözaltına alındığına dair kayıt bulunamamıştır. Bu nedenle soruşturma başlatılmamıştır. Mahkeme kanıtları değerlendirirken “makul şüphenin ötesinde” kanıt standardını uygulamıştır. Gözaltı kayıtlarının bulunmaması tek başına belirleyici faktör değildir. Mahkeme, kişinin kaybedilmesinin engellenmesine yönelik önlem alınması gerektiği gibi, kişi kaybolduktan sonra dahi kayıp kişinin yaşamının korunması ile ilgili önlem alınması gerektiğini belirtmiştir. Gözaltında bulunan kişilerin kaderi hakkında makul bir açıklama yapamama kişinin gözaltı sürecinde öldüğü varsayımını düşündürmektedir. Yaşamı korunması açısından gerekli önlemlerin alınmaması, Sözleşme’nin 2’nci maddesi bağlamında “esasa ilişkin ihlal” olarak değerlendirilmiştir. Etkili soruşturma yapılmaması 2’nci maddesi açısından “hem esasa hem de usûle ilişkin ihlal” olarak değerlendirilmiştir.” (AİHM Osmanoğlu/Türkiye 488804/99, 24/04/2008)
“Etkin soruşturma kapsamında üç gereklilik hali tanımlanmıştır:
1-. Ölüm sebebi ve şartları, ölüme ilişkin bir kişinin veya kurumun eylem ve ihmalleri olduğu hakkında şüphe yaratıyorsa,
2- Sorumluların belirlenmesi ve yaptırım uygulanması gerekliliği varsa,
3-Ölüme bağlı zararların tazmini gerekiyor ise etkili soruşturma yapma yükümlülüğü bulunmaktadır.” (Doğru, Yaşama Hakkı, op. cit , s. 295)
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında değerlendirildiğinde soruşturmanın kapsamı usul kanunlarından dhaa geniş kapsamdadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre etkin soruşturma için aranan şartlar şunlardır:
Kolluğun ve ilgili mercilerin re’sen soruşturma yapma yükümlülüğü,
Soruşturmanın eyleme karışan kolluk tarafından değil tamamen bağımsız kişilerce yürütülmesi,
Soruşturmanın en hızlı şekilde ve yine en kısa sürede yürütülmesi,
Soruşturma etkin bir biçimde yeterli kanıtlar ile yapılmalı,
Varsa mağdurların soruşturmanın katılabileceği her aşamasına katılması,
Cezasızlık.(Caydırıcılık)
Bu kapsamda örnek karar verilecek ise;
“AİHM Aktaş v. Türkiye kararında Mahkeme, gözaltında ölüm hadisesinin jandarma tarafından adli kurumlara bildirilmemesi, re’sen soruşturma yapılmaması, başvuranın savcılığa başvurması ile soruşturmanın kişinin ölümünden dört gün sonra başlatılması “soruşturmanın re’sen başlatılması yükümlülüğünün ihlali” olarak değerlendirilmiştir.” (AİHM, Aktaş v. Türkiye, Başvuru No. 24351/94, Karar Tarihi: 24.04.2003, http://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-120497, (E.T: 15.08.2019)
“AİHM Dink v. Türkiye kararında; devlet görevlisi veya üçüncü kişilerin eylemleri farkı gözetilmeden, kuvvet kullanma neticesinde ölüm meydana gelen hallerde devletin re’sen ve etkin soruşturma yükümlülüğü olduğunu vurgulamıştır.” (AİHM, Dink v. Türkiye, Başvuru No. 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09, 7124/09)
“Ali ve Ayşe Duran v. Türkiye, Abdülsamet Yaman v. Türkiye kararlarında; hakkında soruşturma yürütülen bir kamu görevlisinin, soruşturma ve yargılama boyunca tarafsızlığın sağlanması açısından görevden alınmasının önemli bir role sahip olduğu belirtmiştir.” (Ali ve Ayşe Duran v. Türkiye,Başvuru no. 42942/02, 08/04/2008)
“Kurt v. Türkiye kararında başvuran, oğlu Ü. Kurt’un gözaltında kaybedildiği, gözaltına alınma kaydı bulunmadığı ve dört yıl geçmesine rağmen kendisinden haber alınmadığı iddiasında bulunmuştur. Mahkeme, Sözleşme’nin 5’nci maddesine atıfta bulunarak, resmi makamların; kişinin kaybedilme tehlikesi karşısında gerekli tedbirleri alması gerektiğini, gözaltı esnasında kişinin kaybedildiği şüphesinin olduğu hallerde ise “ivedi ve etkin” soruşturma yapılması gerekliliğini vurgulamıştır.” ( AİHM, Kurt v. Türkiye, Başvuru No. 15/1997/799/1002.)
“AİHM Asiye Genç v. Türkiye kararında, yeni doğan bebek; yoğun bakım ünitelerinde uygun yer olmaması nedeni ile hastaneler arasında dolaştırılırken ambulansta hayatını kaybetmiştir. Başvuranlar yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunmuştur; görevliler hakkında cezai ve idari soruşturma açılmıştır. Savcı ilgili doktorlar hakkında idari makamlardan soruşturma açılması izni istemiş, ancak ilgili talebi reddedilmiştir ve hekimler hakkında kovuşturmaya yer olmadığı yönünde karar verilmiştir. AİHM, idari makamların soruşturma izni vermemesi sebebi ile tıbbi tedavide bulunmayan veya ihmali olanlar hakkında ceza davasının açılamamasını; yaşam hakkı açısından “sorun” olarak değerlendirmiştir. Halk sağlığı gereği sorumlular bulunmalıdır. Kişinin yaşam hakkının sona ermesine neden olan kusurların aydınlatılması ve benzer hataların meydana gelmemesi için “cezasızlığa sebep olabilecek haller” ortadan kaldırılmalıdır.” (AİHM, Asiye Genç v. Türkiye, Başvuru No. 24109/07)
AİHM'İN YAŞAM HAKKI BAKIMINDAN TÜRKİYE ALEYHİNE VERMİŞ OLDUĞU KARARLARIN DEĞERLENDİRMESİ
“Mahkeme, kendi tarihi içerisinde Birleşik Krallık örneği dışında (McCann ve diğerleri v. Birleşik Krallık, Karar Sıra No. 549, 27 Eylül 1995.) , yaşam hakkı ihlalleri ile Türkiye aleyhine yoğun olarak olağanüstü hal bölgesinden yapılan başvurular sayesinde tanışmıştır. Mahkeme, yaşam hakkı ihlali sonuçlarına, komisyonun kendi çalışma prensipleri uyarınca görevlendirdiği üyelerinin, Türkiye’de bir yerel mahkeme gibi, “olgu saptama duruşmalarında” dinlediği tanıklar ve elde ettiği belgelerle ulaşmıştır. Mahkeme, olağanüstü hal bölgesinden yapılan başvurular nedeniyle verdiği kararlarında sözleşmenin 2. maddesinde korunan yaşam hakkının beş değişik nedenle ihlal edilebileceğini saptamıştır. Karara bağlanan başvurularda yaşam hakkının birden fazla nedenle birlikte ihlal edilebileceği de saptanmıştır.” (M. Sezgin TANRIKULU, TBB Dergisi, Sayı 66, 2006, s. 86-87)
“Türkiye’de 90’lı yıllarda “devlet politikası” olarak uygulandığı iddia edilen; faili meçhul cinayetler, gözaltında kaybetme vakıaları, yargısız infaz şeklinde adlandırılan örnekler ile karşılaşılmıştır. İnsan yaşamına saygı ve hukuk devleti gereği; ulusal hukuk düzenlemeleri, uluslararası hukuk düzenlemeleri ile uyumlu hale getirilmelidir. Kolluk kuvvetleri operasyonel tedbirler kapsamında eğitilmeli ve operasyonlarda “daha az öldürücü” nitelikte olan uygulamalara yer verilmelidir. Resmi görevlilerin yargılanması hakkında hukuk devleti karşısında “engel oluşturan” yasal mevzuat; sorumluların cezalandırılmasının sağlanması yönünde güncellenmelidir. Türkiye aleyhine görülen kararlarda; Hükümetin iddiası doğrultusunda öldürülen kişilerden bazılarının terör örgütü üyesi olması ve bu iddianın AİHM tarafından “yeterince” dikkate alınmaması Türkiye’nin AİHM’e yönelttiği bir eleştiridir. Kişilerin terör örgütü üyesi olması, Mahkeme tarafından “yeterince” üzerinde durulmamış bir konudur. İddialar karşısından titiz davranan AİHM, kişilerin terör örgütü üyesi olduğu konusunda aynı titizliği göstermekten kaçınmıştır.” (Sibel Güzeldağ, Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Ceza Hukuku Açısından Yaşam Hakkı İhlalleri, 2020, S. 228)
“AİHM, 1958-2018 yılları arasında, Sözleşme’nin 2’nci maddesi açısından Türkiye aleyhinde “yaşam hakkından yoksun bırakılma” hakkında 137, “etkin soruşturma yükümlülüğü” açısından 219 ihlal kararı vermiştir. Sözleşme’ye taraf devletler arasında yer alan Rusya; yaşam hakkı açısından 614 ihlal kararı ile “birinci sırada” yer almaktadır. Türkiye ise yaşam hakkına ilişkin 356 ihlali kararı ile “ikinci sırada” yer almaktadır.” (https://www.echr.coe.int/Documents/Stats_violation_1959_2018_ENG.pdf, (E.T02.01.2020).)
"Çakıcı v. Türkiye başvurusunda, mağdur Ahmet Çakıcı’nın gözaltına alındığı Türk Hükümeti tarafından kabul edilmemesine karşın, mahkeme gözaltı olgusunun varlığını kabul etmiş, daha sonra silahlı çatışmada öldüğü mahkemeye bildirilen mağdurun ölüm koşularının hükümetçe yeterince açıklanamadığı gerekçesi ile doğrudan ihlale karar vermiştir." (Çakıcı v. Türkiye, Başvuru no. 23657/94, 8 Temmuz 1999 tarihli karar)
"Taş v. Türkiye başvurusunda ise, yaralı olarak gözaltına alınan mağdur Muhsin Taş’ın, bir gün sonra götürüldüğü “yer gösterme” sırasında kaçtığı şeklindeki güvenlik güçlerince tutulan tutanak mahkemece inandırıcı bulunmamış ve aradan geçen süreye rağmen kendisinden haber alınamayan mağdurun yaşamından hükümetin sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır." (Taş v. Türkiye, Başvuru no. 24396/94, 14 Kasım 2000 tarihli karar.)
"Timurtaş v. Türkiye başvurusunda, Abdulvahap Timurtaşın’ın gözaltına alındığı hükümetçe reddedilmiş, iç hukuktaki soruşturma dosyasından aslı daha sonra görevlilerce çıkarılan gözaltı belgesinin fotokopisinin başvurucular tarafından komisyona sunulması üzerine mahkeme, hükümetten sahte olduğunu iddia ettiği bu belgenin aslını sunmasını talep etmiş, sonuçta belge aslını sunamayan hükümeti yaşam hakkının ihlalinden sorumlu tutmuştur." (Timurtaş v. Türkiye, Başvuru no. 23531/94, 13 Haziran 2000 tarihli karar.)
Devletin özellikle olağanüstü hal bölgesinde toplumun önde gelen isimleri ve lider vasfına haiz kişilerin öldürülmesi tehlikesi karşısında bir önlem alınmaması sebebiyle Türkiye aleyhine kararlar vermiştir. “Mahkeme, Kılıç v. Türkiye, Kaya v. Türkiye ve Akkoç v. Türkiye başvurularında, sırası ile gazeteci, doktor ve öğretmen-sendikacı olan maktullerin bulundukları konum itibariyle bölgede yaşananlar karşısında resmi makamların olumsuz tutumları da dikkate alındığında yaşamlarının risk altında olduğunun bilinmesine rağmen yaşam hakkını korumada yakın, gerçek ve makul önlemleri almayan hükümeti yaşam hakkından sorumlu tutmuştur. Bu başlık altında mahkemenin ihlal tespit ettiği başvurular vardır.” (Kılıç v. Türkiye, Başvuru no. 22492/93, 28 Mart 2000 tarihli karar. ; Mahmut Kaya v. Türkiye, Başvuru no. 22535/93, 28 Mart 2000 tarihli karar.; Akkoç v. Türkiye, Başvuru no. 22947/93-22948/93, 10 Ekim 2000 tarihli karar)
Mahkemenin, Türkiye aleyhine vermiş olduğu kararların birçoğu "kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanması" sebebiyle 2. Maddenin ihlalidir. Gül v. Türkiye başvurusuna konu olan olayda, “ev aramasına giden güvenlik güçleri kapıyı açmakta olan mağdura, daha kapıyı açmadan izah edemedikleri nedenle 50-55 adet kurşun sıkmışlar ve ölümüne neden olmuşlardır. Kadın ve çocuklar gibi masum sivillerin bulunduğu bir eve, hedef görünmediği halde bu şekilde etkili ve otomatik silahlarla ateş açılarak yaşam hakkına son verilmesinde mahkeme kullanılan gücü, ulaşılmak istenilen hedefle hiçbir şekilde izah edilmeyecek biçimde orantısız bulmuştur.” (Gül v. Türkiye, Başvuru no. 22676/93,14 Aralık 2000 tarihli karar)
AİHM, Halime Kılıç v. Türkiye kararında başvuranın; “Türkiye’de şiddete karşı tolerans gösterildiği ve şiddet olayları karşısında yaptırım olarak para cezası verildiği” şeklinde yapılan açıklama son derece önem arz etmektedir. Mahkeme ilgili kararda; “bireylerin diğer bireyler tarafından işkence, insanlık dışı, küçültücü muameleye maruz bırakılmaması gerektiğini vurgulamıştır. Devlet, kişilere yönelik şiddet olayları kapsamında önlem almakla yükümlüdür. Şiddet uygulayan kişiler açısından cezaların yetersizliği; yaşam hakkı ihlallerinin önlemesi konusunda karşılaşılan engeller arasındadır. İşlenen suçlar ve verilen cezalar arasındaki orantısızlık mağdurların tekrar mağdur olmasına neden olmaktadır.” ( AİHM, Halime Kılıç v. Türkiye, B. No: 63034/11, K. T. : 28/06/2016)
SONUÇ
Türkiye, yaşam hakkı konusunda AİHM dosya yükü bakımından 2018 yılında ilk iki sırada idi ve gelinen aşamada ilk sırada yer alan Rusya'nın 2022 yılında Rusya Parlamentosu'nun alt kanadı Duma, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Rusya’daki yargı yetkisini sona erdiren yasa tasarılarını onayladığı göz önüne alındığında Türkiye ilk sırada yer almaktadır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde görülmektedir ki; Türkiye'nin , AİHS 2. Madde'de geçen yaşam hakkı kapsamında sözleşmeye taraf olduğu günden günümüze gelen süreçte, mahkemenin birçok kararında yaşam hakkını ihlal ettiği yönünde karar verilmiştir. Bu bağlamda bakıldığında her ne kadar Türkiye' 90'lı yıllara nazaran, 2000'lerin başında Avrupa Birliği'ne entegrasyon sürecinde birçok yasal düzenleme yapmış dahi olsa gelinen aşamada hala önümüzde epey yolun olduğu görülmektedir. Kaldı ki 2018 verilerine göre yaşam hakkı ihlalleri bakımında mahkemede dosya sayısı olarak 67 ihlal ile Ukrayna hemen arkamızdan gelmektedir. Aradaki farkın büyüklüğü ortadadır. Belirtilen sonuçlar Türkiye’de yaşam hakkına ilişkin sorunun boyutunun ne kadar ciddi olduğunu göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesi kapsamında yeni düzenlemeler ile TCK ve CMK kapsamında yaşam hakkına yönelik suçlar ağır yaptırımlar ile karşı karşıya gelmektedir. Ancak Türkiye’de infaz rejiminin ne şekilde uygulandığı ayrı bir çalışmanın konusu olmalıdır. Bu kapsamda Türk Ceza Hukuku’nun önemli ilkelerinden birisi olan “caydırıcılık” ilkesinin ne şekilde uygulandığı büyük bir muamma konusudur. Türkiye’nin yaşam hakkı ihlali konusunda geçmişi düşünüldüğünde yeni yapılan düzenlemeler ile bir şekilde kolluğun ve devletin diğer organlarının yaşam hakkı ihlali konusunda önlemler alındığı görülmektedir. Ancak ne yazık ki günümüzde ise Türkiye’de cezaların infazı sisteminin eleştirildiği bilinmektedir. Bu kapsamda yaşam hakkının Türkiye’ye yüklemiş olduğu ihlal edene etkili ve caydırıcı bir ceza verilmesi yükümlülüğünün ihlal edilmiş olabileceği tartışması yapılabilir. Görünen o ki Türkiye’de yaşam hakkı konusunda yapılan tartışmalar her zaman için güncelliğini ne yazık ki koruyacaktır. "Devletlerin insan haklarına olan saygısı; “onlarla karşılaştığı zaman selam verir anlamında (bir) saygı” şeklinde olmamalıdır." ( Mümtaz Soysal, “İnsan Hakları Açısından Temel Hak ve Özgürlüklerin Niteliği”, Anayasa Yargısı, Ankara: Anayasa Mahkemesi Yayınları, 1978, C. 3, s. 48’den nakleden Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, 3. B., Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım, 2019, s. 148 . )
DANIŞMANLIK İÇİN HEMEN ARAYIN. SORUNLARINIZA PROFESYONEL BİR YAKLAŞIMLA ÇÖZÜM BULALIM!
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ :
- +90(534)0874791
- avfurkancelik3434@gmail.com
- Cevizli Mahallesi, Kepez Sokak, No:7/9, Kartal/İstanbul
AV. FURKAN ÇELİK
Yorumlar
Yorum Gönder